Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 03/06/2015 Tarih, 2014/4919 E. – 2015/20286 K.
MAHKEMESİ : ……………. . İŞ MAHKEMESİ
DAVA : Davacı, manevi tazminat alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının 01.01.1995 tarihinden itibaren davalı işyerlerinde dönüşümlü olarak kameraman sıfatıyla görev yaptığını, müvekkilinin davalı ……………. .’ye alt işyerindeki çalışmasını sürdürmekte iken 06.05.2004 tarihinde işyerine geldiğinde, içeri alınmadığını, müvekkilinin başvurusu üzerine durumun ……………. . Noterliğinin 10.05.2004 tarih ve …… yevmiye numaralı “Düzenleme Şeklinde Tespit Tutanağı” ile tespit edildiğini, akabinde müvekkilinin T.C. ……………. Bakanlığı ….. Bölge Müdürlüğüne bu durumu 10.05.2004 tarihinde bildirdiğini, ……………. , Noterliğinin 11.05.2004 tarih ve ……………. yevmiye numaralı ihtarnamesi ile davalıdan işe alınmama sebebinin açıklanmasını, bu durumun işten çıkarılması anlamına geliyor ise İş Kanunu’ndan doğan haklarının kendisine verilmesini talep ettiğini, bu durum üzerine davalı ……………. . tarafından ……………. Noterliğinin 20.05.2004 tarih ve ……………. yevmiye numaralı ihtarnamenin keşide edildiğini ve müvekkilinin kameraman değil elektrikçi olduğunun, zimmetinde para ve davalı işverene ait sair menkuller bulunduğunun bildirildiğini, müvekkilinin kendisine karşı keşide edilen ihtarnamede uğramış olduğu haksız ve iftira derecesine varan suçlamalardan dolayı……………. . Noterliğinin 26.05.2004 tarih ve ……………. yevmiye numaralı ihtarnamesi ile haksız suçlamaları reddettiğini ve onurlu bir insan olarak davalı ……………. .’den bir an evvel kendisi hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunulmasını, kendisinin işe dönmek istediğini ve söz konusu ağır suçlamalardan dolayı tüm hukuki haklarını saklı tuttuğunu ihtar ettiğini, davalı ……………. .’nin ihtarnamelerinde müvekkili hakkında soruşturma başlatıldığını belirtmesine ve müvekkilinin de bu konuda aklanmak adına Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru yapılmasını talep etmesine rağmen bunun yerine getirilmediğini, ardından davalı ……………. . tarafından keşide edilen ……………. . Noterliğinin 31.05.2004 tarih ve ……………. yevmiye numaralı ihtarnamesi ile müvekkilinin işlem ve eylemleriyle ilgili soruşturmanın sürdüğünün ve tekrar işe dönerek çalışmaya başlamasının ihtar edildiğini, müvekkilinin tekrar işe gitmeye başladığını ancak bildirimde bulunulmaksızın çalışma koşullarında esaslı bir değişiklik yapılarak müvekkilinin muhasebe servisinde asgari ücret ile çalışmaya mahkûm edildiğini, fesih tarihine kadar tekrar kameraman olarak çalıştırılacağı düşüncesiyle işyerine gitmeye devam eden müvekkilinin, asgari ücret üzerinden ödenmeye başlanan aylık ücretini tüm kanuni haklarını saklı tutarak kabul ettiğini, müvekkilinin ……………. ‘ye keşide ettiği ……………. Noterliğinin 10.06.2004 tarih ve ……………. yevmiye numaralı ihtarnamesinde davalının ihtarnamesinde zikrettiğinden bahisle zan altında kaldığını, bir an evvel aklanması için Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde gerekli işlemlerin başlatılmasını ve bu arada kanuni izin hakkından 20 günlük ücretli izin hakkını ihtar ve talep ettiğini, davalı işverence müvekkilinin izin hakkının kullandırıldığını ancak davalı vekilince başvuruda bulunulduğu belirtilen Savcılık başvuru tarih ve numarasının kendisine verilmediğini, ayrıca davalının daha az SGK primi ve stopaj ödenmesi amacıyla müvekkilinin asgari ücretten sigortalı gibi gösterilerek maaşlarının gider makbuzları ile ödendiğini, bu sebeplerle davacı işçinin “haklı nedenlerle iş sözleşmesini derhal fesih” hakkını kullandığını iddia ederek, işyerinde müvekkili aleyhine yapılan şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ve haksız ağır isnat ve saldırıların müvekkile ihtar çekilerek, yazılı olarak da sürdürülmesi, işyerinde devam eden küçük düşürücü hakaretler ve işinde yapılan esaslı değişiklikler sebebiyle ağır psikolojik baskı altında tutulması, onurunun kırılması ve müvekkilinin iş akdini sona erdirmek zorunda kalmasına varan duygusal saldırılar sebebiyle 30.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili cevap dilekçesinde, davacı işçinin iddia edilenin aksine müvekkili şirket nezdinde kamera bölümünde elektrikçi olarak çalıştığını, davacı işçinin müvekkili şirket tarafından kendisine işiyle ilgili verilen avansları iade etmediği gibi, kendisine tebliğ edilen harcama ve ödeme belgelerini de müvekkili şirkete teslim etmediğini, davacı işçiye hukuka aykırı olarak iftira atma amacıyla hareket edilmediğini ve davacı işçinin hiçbir şekilde küçük düşürülmediğini, taraflar arasında teati edilen ihtarnamelerle davacı işçi nezdindeki paranın şirkete iade edilmesinin talep edildiğini, bu konudaki iddiaların yersiz olduğunu, davacı işçinin manevi yönden zarara uğradığını ispatlayamadığını, davacı işçinin işe gelmesine ilişkin olarak ihtarname yoluyla uyarılmış olmasına rağmen müvekkili şirkete gönderdiği 11.10.2004 tarihli ihtarname ile gerekçesiz ve mesnetsiz iddialara dayalı olarak iş sözleşmesini tek taraflı olarak feshettiğini bildirdiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlara ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın reddine karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz.
Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanunu’nda, gerekse Borçlar Kanunu’nda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, Borçlar Kanunu’nun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava Borçlar Kanunu’nun 125 inci maddesi (6098 Sayılı TBK 146) uyarınca on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 sayılı Kanun’dan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Kanun’da ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanun’dan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklar, Borçlar Kanunu’nun 126/1 maddesi (6098 sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.
Yıllık izin ücreti iş sözleşmesinin feshi ile muaccel olup dönemsel bir nitelik taşımadığından, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu uygulaması yönünden 10 yıllık genel zamanaşımına tabidir.
İşverence işçiye fazladan ödenen ücret ve ücret eklerinin geri alınmasında da uyuşmazlığın temelinde sözleşme ilişkisi olmakla zamanaşımı süresi beş yıl olarak uygulanmalıdır. Dairemizin kararları da bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 27.02.2012 gün 2009/43216 E, 2012/6010 K. ).
Kanundaki zamanaşımı süreleri, Borçlar Kanunu’nun 127 nci maddesi (6098 sayılı TBK 148) gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar (BK. m. 128). Borçlar Kanunu’nun 101 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 128 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir. Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 131 inci maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur. Türk Borçlar Kanunu’nun 152 inci maddesi de aynı doğrultudadır.
Borçlar Kanunu’nun 133/2 maddesi (6098 sayılı TBK 154) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
Borçlar Kanunu’nun 132/4 maddesinde “Hizmet mukavelesinin devam ettiği müddetçe hizmetçilerin, istihdam edenlere karşı olan alacakları hakkında” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde daha açık bir düzenlemeye yer verilerek, zamanaşımının, ev hizmetlileri yönünden hizmet ilişkisi süresince işlemeyeceği öngörülmüştür.
Borçlar Kanunu’nun 133 üncü maddesinde (6098 sayılı TBK 154) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Borçlar Kanunu’nun 133/2 maddesi (6098 sayılı TBK 154/2) hükmü uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanun’un 135 inci maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
Borçlar Kanunu’nun 134 üncü maddesi hükmü, “Müruruzaman müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmayan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı katedilmiş olunca diğerlerine karşı da katedilmiş olur” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. Benzer bir düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu’nun 155 inci maddesinde yer almaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 139 uncu maddesinde (6098 sayılı TBK 160), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
Zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya yöneltilen borç ikrarının, zamanaşımı definden zımni (örtülü) feragat anlamına geldiği, öğretideki baskın görüşlerle ve yargı inançlarıyla da doğrulanmaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.11.1963 T. 5924-6419 sayılı kararı). Dahası, zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya karşı bir borç ikrarında bulunan borçlunun, bu borç ikrarına dayanılarak açılan davada zamanaşımı defini ileri sürmesi, çelişkili davranış yasağını oluşturur. Bu durum Medeni Kanun’un 2 nci maddesine aykırı olup, hukuken korunamaz (HGK. 23.02.2000 gün ve 2000/15-71 E, 2000/116 K).
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7 nci maddesine göre, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 nci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Kanun’un 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319 uncu maddeleri uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/9-629 E. 2011/70. K.).
Somut olayda davacı hizmet akdi sırasında oluşan haksız fiil sebebiyle manevi tazminat talep etmiştir. Yukarıda belirtilen ilke kararı doğrultusunda işçinin manevi tazminat talebinde 10 yıllık zamanaşımı söz konusudur. Bu nedenle mahkemece işin esasına girilmesi gerekirken zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 03.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.